Yaptırımların Kaynağı
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başı itibariyle oluşan milli devletler arasındaki ilişkiler dostaneden çok uzak bir görüntü çizmiştir. Özellikle de iki dünya savaşının geride bırakılmasıyla beraber devletler arasındaki ilişkiler büyük değişime uğramıştır. Önceden savaş hâli devamlı bir hâl olup barış istisna iken, BM Şartı’nın akabinde uluslararası hukukta barış hâkim olmuş, kuvvet kullanılması ise belirli istisnalar dışında yasaklanmıştır. Devletler arasında öteden beri var olan ve kuvvet kullanma şeklinde tezahür eden çekişme ise yerini alternatif yöntemlere bırakmıştır. Bu yöntemlerden birisi de “yaptırım”lardır.
Yaptırımlar, bir veya daha fazla ülke tarafından kendi kendini yöneten bir devlete, gruba veya bireye uygulanan ticari ve ekonomik müeyyidelerdir. Genelde ekonomik koşullar nedeniyle uygulanmaz; aksine çeşitli siyasi, askeri ve sosyal konular için uygulanmaktadır. Devletler, iç ve dış politika hedeflerine ulaşmak için yaptırımları kullanmakta ve kuvvet kullanma tehdidinden doğan boşluğu, özellikle siviller üzerinde çok daha büyük zararlar doğurabilecek olan yaptırımlar yoluyla doldurmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda tek taraflı almış olduğu yaptırım kararlarıyla uluslararası hukukta kayda değer sonuçlar doğmasını sağlayabilen devletlerin başını Amerika Birleşik Devletleri (ABD) çekmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri ve Yaptırımlar
ABD, dünya siyasetinde söz sahibi olmak için gereken askeri güce sahip olmasının yanı sıra, eskiden de var olan fakat günümüzdeki kadar görünür olmayan “ekonominin dünya siyasetini şekillendirmesi” olgusunu en aktif kullanan hukuk kişisidir. Nitekim diğer devletlerle olan her konudaki ilişkisini -gerek ticari gerek askeri ilişkiler- yaptırımlar yoluyla çözme gayretindedir. Bu yaptırımların büyük kısmı ekonomik yaptırımlar olarak karşımıza çıkmakta ve çoğunlukla tehdit unsuru olarak ele alınmaktadır.
Yaptırımlar yalnızca kendi konu ve amaçlarıyla sınırlı kalmamakta, başka birtakım uyuşmazlıkların çözümünde de kullanılmaktadır. Örneğin Türkiye’nin ABD ile Suriye’de güvenli bölge oluşturulmasına ilişkin yapmış olduğu ortak bildiride taraflar, ABD’nin Türkiye’ye uygulamış olduğu birtakım yaptırımların kaldırılmasını kararlaştırmışlardır. Yine
aynı şekilde Rahip Brunson krizinde yaptırımlar gündeme gelmiş ve taraflar olayı masada çözümlemiştir.
Yukarıdaki iki duruma benzer şekilde ABD Senatosu, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir karar tasarısını kabul etmiş ve Türkiye’ye S-400 hava savunma sistemlerini Rusya’dan aldığı için yaptırım uygulanması çağrısı yapmıştır. Bunun dışında son zamanlarda da Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılması adına yaptırımlar gündemdedir. Kısacası ABD, yaptırımları çok etkin bir koz olarak uluslararası siyasetinde kullanmaktadır.
ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası
Yaptırım uygulamanın Amerika’nın iç siyasetinde de ciddi bir karşılığı vardır. Nitekim Amerika’da 2017 tarihinde yürürlüğe giren yasa CAATSA (Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası) bunu göstermektedir. Bu yasa sebebiyle Amerika’nın iç siyasetinin dünya siyasetine olan etkisinin artacağını söylemek yanlış olmaz. Nitekim kamuoyundan gelen tepkilere göre belirli devletlere karşı birtakım yaptırımlar uygulanabilmektedir.
CAATSA çerçevesinde uygulanan yaptırımları ifade etmek gerekirse 12 farklı yaptırımı bulunan yasa, bir devletin yasa kapsamına alınmasıyla, yani bir diğer söylemle Amerika’nın düşmanı olarak ifade edilmesiyle, Başkan tarafından seçilen en azından 5 yaptırımın hedef devlete uygulanmasını öngörmektedir. Yürürlüğe girmesiyle birlikte İran, Rusya ve Kuzey Kore’ye karşı uygulamaya konulmuştur. Amerika’nın hasmı olarak nitelendirdiği devletleri belirlediği ve uluslararası ekonomiyi ciddi anlamda şekillendirdiği için yasanın basit bir yaptırım mekanizmasından daha öte işlevleri olduğunu vurgulamak gerekir.
CAATSA’ya dayanılarak alınabilecek yaptırımlara bakıldığında bunlar arasında döviz işlemlerinin yasaklanması, mali kuruluşlardan kredi verilmemesi, ihale ya da sözleşme yapılmaması, sermaye alışverişinin yasaklanması, ihracat ruhsatı verilmemesi gibi yaptırımlar öncelikli olarak söylenebilir. Yine aynı şekilde yaptırım uygulanacak kişilerin ülkeye girişlerinin yasaklanması gibi kişiler üzerinde de birtakım yaptırım mekanizmaları uygulanabilmektedir. Bu yasa çerçevesinde ağırlıklı olarak ekonomik yaptırımlar ele alınmaktadır.
Yalnızca yasanın belirlemiş olduğu yaptırımlara bakıldığında ve Amerika’nın dünya ekonomisindeki payı ve gücü göz önünde tutulduğunda, bu kapsamda yaptırım uygulanan hedef devletlerin ne tür bir sorunla karşılaşacağı aşikârdır. Yaptırımlar, içerisinde düzenlenen konu ve görünüşte olan esasından farklı bir amaç gütmekte; hedef devletlerdeki birtakım davranışları değiştirmek istemekte yahut uluslararası topluma mesaj vermektedir. Amerika’nın özellikle CAATSA çerçevesinde ve tek taraflı aldığı kararlar doğrultusunda uyguladığı yaptırımlar bu çerçevede değerlendirilmelidir. Nitekim Amerika, yaptırım tehditleri uyguladığı yaptırımların içerikleri göz önüne alındığında, kendisini uluslararası hukukun düzenleyicisi ve bir nevi yasa koyucusu olarak görmektedir.
Amerika, elinde tutmuş olduğu ekonomik gücü, dünyanın her yerinde hoşuna gitmeyen faaliyetlerin yönünü değiştirmek amacıyla kullanmaktadır. Bizzat yaptırım başarılı olmasa ve hedef devlet davranışını değiştirmese dahi, bu devlet üzerinde ciddi ekonomik zararlar meydana gelmektedir. Fakat dikkat edilmelidir ki, Amerika’nın tek taraflı olarak aldığı bu yaptırımlar, karşı birtakım bloklaşmalar oluşturabilmektedir.
Sonuç
Yaptırımlar, hedef devlet üzerindeki kadar ağır sonuçlara yol açmasa da, uzun vadede uygulayan devletlerde de olumsuzluklar doğurur. Hukuki anlamda öngörülemezliğin sonucu olarak düzenli yaptırım uygulayan devletle ilişkiler diğer devletler için sürdürülebilir bir düzlemden çıkar. Bu anlamda diğer uluslararası hukuk kişileri, ulusal ekonomilerinin Amerikan ekonomisine ve Amerika’nın vermiş olduğu kararlara bağlılığını fark ettikçe, yeni ekonomik hamleler ile doların ve Amerika’nın hegemonyasını kırmaya çalışmaktadır.
Kısaca ifade etmek gerekirse Amerika’nın tek taraflı olarak uygulamış olduğu yaptırımlar, uluslararası hukukta belirli düzenlemeler yapmaktan ziyade ulusal hukuklarında sonuç doğurmak üzere kullandıkları bir alet hâline gelmiştir. Hedef devletler üzerinde ciddi sonuçlar doğuran bu durumun uluslararası hukukta kaçınılmaz olarak yeni birlikleri ve reform hareketlerini doğuracağını söylemek mümkündür.