I- COVID-19 ve Küresel Ekonomi
Bilindiği üzere 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (WHO), COVID-19’u evrensel salgın (pandemi) olarak ilan etti. Yeni Koronavirüs olarak tanımlanan COVİD-19, dünya çapında milyonlarca insanın hayatını tehdit ediyor. Bununla birlikte salgın insanların geçim kaynaklarını da tehlikeye atmaktadır. Küresel bir sağlık krizi yaratan Koronavirüs, aynı zamanda uluslararası ekonomi için bir alarm niteliğindedir. Bugünlerde pek çok ülke, salgından kaynaklanan potansiyel ekonomik kriz için tedbirler almakta ve yeni yasalar çıkarmaktadır. COVID-19’un ekonomik etkisine yönelik öngörüler her geçen gün daha da ciddileşmektedir.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) COVID-19’un gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkisiyle ilgili son raporunda[1], durgunluğa en az maruz kalan büyük ekonomilerin Çin ve Hindistan olacağı öngörüsünde bulundu. “Dünya çapındaki salgını önleme çabaları ve kilitlenmelerin küresel tedarik ağlarına olan bağlantılarından bağımsız olarak tüm ekonomiler üzerinde yıkıcı etkileri olacağı açıktır.” Rapor, virüsün Çin’in ötesine yayılmaya başlamasından bu yana geçen iki ay içinde, gelişmekte olan ülkelerin sermaye verileri, döviz değer kayıpları ve düşen emtia fiyatları ve azalan turizm gelirleri de dahil olmak üzere ihracat kazançlarının düşmesi açısından büyük bir darbe aldığını gösteriyor. 2008 küresel mali krizine kıyasla salgından kaynaklanan ekonomik kriz dalgalarının, gelişmekte olan ülkeleri vurma hızı dramatik bir yükseliş göstermektedir. Uzlaşı, tüm büyük ekonomiler olmasa bile çoğunun derin bir durgunluk yaşayacağı yönündedir.
Bu salgın, küresel ekonomi dolayısıyla ticaret, işgücü piyasası ve halkların refahı üzerinde kaçınılmaz olarak büyük bir etkiye sahip olacaktır. Son tahminler, 12 yıl önceki küresel mali krizden daha kötü bir ekonomik kriz ve iş kayıpları öngörüyor.
Yaşanan krizde hiçbir ülke kendi başına yeterli mücadele verememektir. Ortak mücadelede de küresel ticaretin önemli bir rolü vardır. Ticaret, temel mal ve hizmetlerin (malzeme, ekipman ve yiyecek) verimli bir şekilde üretilip tedarikine olanak sağlamaktadır. Uluslararası ticaretin ve süregelen yatırımların devam etmesi, stokların tükenmemesi ve fiyatların uygunluğu için kritik önem arz etmektedir. Bugün mevcut endişeler, hastalık ve ekonomik durgunluk üzerine yoğunlaşmaktadır. Ancak zamanla, iş hayatı eski haline dönecektir. Birçok işin daha sonra devam etmesi dış talebin geri kazanımına bağlıdır. Bu nedenle uluslararası toplumun krizle mücadelede iş birliği ve dayanışması önem arz etmektedir.
Hükümetler, bahsedildiği üzere virüse yanıt vermek için harekete geçerken, şirketler COVID-19’un meydana getirdiği yeni iş dünyası realitesine uyum sağlamak için önemli ve geniş kapsamlı kararlar almaya başlamalıdırlar:
- Tedarik zincirlerinin güvenilirliğini sorgulamak,
- Yeni ve hızla gelişen risk faktörlerine uyum sağlamak,
- Ekonomik uyum için satış, operasyon ve üretim planlarını incelemek.
Uluslararası nakliye sektörü, COVID-19 nedeniyle haftada yaklaşık 350.000.000 $ kaybetmektedir. Durdurulan gemi seferleri ve düşüş gösteren lojistik faaliyetler, uluslararası nakliye sektöründe önemli sorunlara neden olmaktadır. Havayolu sektörü yaklaşık 110 milyar dolara kadar kaybedebilirken şirketler iş seyahatlerini kısıtlayınca yine ayda yaklaşık 46 milyar dolarlık kayıp söz konusu olabilmektedir.
Fransa Maliye Bakanı Bruno Le Maire, Fransız sanayisinin Çin ve Asya’dan gelen tedarikçilere olan bağımlılıklarını azaltmasıyla “ekonomik ve stratejik bağımsızlığın” yeniden inşa edilmesi gerektiğini belirtti. İlaç endüstrisi için hammaddenin %80’i Çin veya Asya kaynaklı olduğu istatistikleri mevcuttur. Yatırımcıların güvenli limanlar aramaları ve küresel ekonominin durgunluğu ile emtia fiyatlarındaki kesin artış, ihracatçılar için zorlu bir döneme işaret etmektedir.
II- COVID-19 ve Uluslararası Yatırım Hukuku Bağlamında Yatırım Anlaşmaları
COVID-19, küresel ekonomide hasara yol açmaya devam ederek tüm dünyada iş ilişkilerini aksatmaktadır. Bu koşullarda devletler ve yabancı yatırımcılar, yürürlükteki yatırım anlaşmaları kapsamındaki konumlarını ve salgın halini dikkate alacaklardır. Bir COVID-19 tedbirine yabancı bir yatırımcı tarafından itiraz edilirse, tedbirin potansiyel olarak yatırım anlaşmasının esas hükümlerini ihlal edip etmediği konusunda önemli bir sorun ortaya çıkacaktır. Devletler, yatırım anlaşmasına aykırılığın öne sürülmesi halinde; akdedilen yatırım anlaşmasındaki istisnaları veya uluslararası teamül hukuku kapsamındaki hususları öne sürebileceklerdir.
-
Taraflarca Anlaşmada Belirlenen İstisnalar
İstisnalar, genellikle söz konusu tedbirlerin keyfi veya ayrımcı olmaması koşuluyla, anlaşmanın bir tarafın insan hayatını veya sağlığını korumak için önlemler almasını veya uygulamasını engellemeyeceğini sağlamaktadır. Devletler, COVID-19’la mücadele için alınan tedbirlerle ilgili, akdedilen anlaşmadaki istisna hükümlerine dayanma yoluna gidebileceklerdir.
-
Uluslararası Teamül Hukuku Kapsamında İstisnai Haller
Uluslararası Teamül Hukuku istisnaları, ikili veya çok taraflı ticari anlaşmalarda belirtilmese dahi, Birleşmiş Milletler’in “Uluslararası Haksız Fiilden Ötürü Devletin Uluslararası Sorumluluğu” belgesinde (A/RES/56/83) ifade edilmiştir. COVID-19 önlemleri ile ilgili olarak başvurulabilecek seçenek ise mücbir sebep halinin varlığıdır.
a-Mücbir Sebep
COVID-19 salgını, olağan koşullarda öngörülemeyen bir olay ya da karşı konulmaz bir kuvvet anlamında mücbir sebep halini tetiklemektedir. Ancak bu durum, tarafların üstlenmiş oldukları yükümlülüklere ve somut olayın koşullarına bağlı olacaktır. Mücbir sebep hali, yukarıda bahsi geçen BM metninin 23. maddesinde ifade edilmiştir:
- Bir Devletin, bir milletlerarası yükümlülüğüne aykırı bir davranışının hukuka aykırılığı, eğer bu davranış, karşı konulamaz, ansızın beliren bir kuvvete bağlı olan ya da Devletin denetiminden kurtulan, öngörülemeyen, harici bir olaydan kaynaklanan bir mücbir sebep nedeniyle yapılmışsa ve koşullardan ötürü yükümlülüğün gereğini yapmak maddi olarak imkânsız hale gelmişse, ortadan kalkar.
- Şu hallerde birinci paragraf uygulanmaz:
- a) Eğer mücbir sebep hali tek başına ya da başka unsurlara bağlı olarak, bunu ileri süren Devletin davranışından ileri gelmişse; ya da
- b) Eğer Devlet böylesi bir halden ileri gelen zarara uğrama tehlikesini göze almışsa.
Buna göre, başarılı bir mücbir sebep iddiası beş koşulu yerine getirmelidir:
- Öngörülemeyen bir olay ya da karşı konulmaz bir güç mevcut olmalıdır.
- Olay veya kuvvet devletin kontrolü dışında gelişmelidir.
- Olay bir yükümlülüğü yerine getirmeyi maddi olarak imkânsız hale getirmelidir.
- Devlet bu duruma (mücbir sebep haline) katkıda bulunmuş olmamalıdır.
- Devlet, durumun meydana gelmesi riskini üstlenmemiş olmalıdır.
İstisnai durumlarda bir Devlet, uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülükten muaf tutulabilir. Daha müdahaleci halk sağlığı önlemleri ortaya çıktıkça, uluslararası yatırım hukukuyla tutarlı olup olmadıklarını belirlemek için, Devletlerin almış olduğu önlemler yakından incelenmelidir. Krizle başa çıkmak için önlemler alınırken; Devletler, yabancı yatırımcıların da etkilenebileceğinin farkında olmalıdır. Bu nedenle; Devletler, uluslararası anlaşmalar, ikili veya çok taraflı yatırım sözleşmeleri ve ulusal yatırım yasaları çerçevesinde haklarını, yükümlülüklerini ve taahhütlerini değerlendirmelidir.
III- COVID-19 Salgını Nedeniyle Çin’in Uluslararası Sorumluluğu
Küresel boyutta hastalık yayılımının önlenmesi, halk sağlığının korunması ve kontrolünü ele alan tek bağlayıcı yasal düzenleme Uluslararası Sağlık Tüzüğü’dür. Uluslararası Sağlık Tüzüğü’nün 6. maddesine göre,
“1. Her Taraf Devlet, Ek-2’de belirtilen karar aracını kullanarak kendi ülkesi dahilinde meydana gelen olayları değerlendirecektir. Her Taraf Devlet, karar aracı uyarınca kendi ülkesi içindeki uluslararası önemi haiz halk sağlığı acil durumuna yol açabilecek tüm olayları ve aynı zamanda bu olaylara yanıt olarak uygulanan herhangi bir sağlık önlemini, Ulusal UST Odak Noktası aracılığıyla ve halk sağlığı bilgilerinin değerlendirildiği 24 saat içinde, mümkün olan en etkin haberleşme araçları ile DSÖ’ne bildirecektir.”
Devlet, bu bildirimin ardından olay hakkında; zamanında, doğru ve yeterince ayrıntılı halk sağlığı güncellemelerini sürekli olarak DSÖ’ye iletmek zorundadır. Ayrıca, Uluslararası Sağlık Tüzüğü’nün 7. Maddesine göre,
“Bir taraf Devlet, kendi ülkesinde, kökeni veya kaynağı ne olursa olsun uluslararası önemi haiz halk sağlığı acil durumu oluşturabilecek nitelikte beklenmedik veya alışılmadık bir halk sağlığı olayına dair kanıta sahip ise, DSÖ’ye ilgili tüm halk sağlığı bilgilerini temin edecektir. Böyle bir durumda, 6. Madde hükümleri tam olarak uygulanacaktır.”
Yapılan araştırmalarda; Aralık 2019’da Çin’in COVID-19’u önlemek için proaktif tedbirler almış olması halinde, vaka sayısının %95’e kadar daha düşük bir düzeyde kalabileceği ihtimalini göstermektedir. Bu gerçekler Çin’in Uluslararası Sağlık Tüzüğü’nün 6. ve 7. maddelerini ihlal etmiş olabileceğini göstermektedir.
“Uluslararası Haksız Fiilden Ötürü Devletin Uluslararası Sorumluluğu” metninin 1. ve 2. maddelerine göre,
“Bir Devletin milletlerarası bakımdan her haksız fiili, o Devletin sorumluluğunu doğurur.
Şayet, icrai surette ya da ihmal suretiyle işlenen bir davranış: a) Milletlerarası hukuka göre Devlete isnat edilebiliyorsa; ve b) Devletin bir milletlerarası yükümlülüğünün ihlâlini oluşturuyorsa, Devletin bir milletlerarası haksız fiili vardır.”
Sözgelimi, ihmali veya icrai yahut her ikisinin birleşimi ile Devletin bir uluslararası hukuk hükmünü ihlali etmesi, uluslararası sorumluluğunu doğuracaktır. Yukarıda bahsedildiği üzere, Uluslararası Sağlık Tüzüğü uyarınca Çin Halk Cumhuriyeti’nin topraklarında meydana gelen olaylar hakkında DSÖ’ye zamanında, doğru ve yeterince ayrıntılı halk sağlığı bilgilerini bildirme yükümlülüğünden söz edilecektir. Çin’in yükümlülüklerini yerine getirmediği ve bu nedenle COVID-19’un küresel boyutta yaratmış olduğu hasardan sorumlu olduğu iddia edilebilecektir.
IV- Birleşmiş Milletler’den Gelişmekte Olan Ülkeler için Dört Yönlü Strateji
Salgının, gelişmekte olan ülkelerde 220 milyar dolar gelir kaybına yol açması beklenmektedir. Küresel nüfusun yaklaşık yüzde 55’inin yeterli sosyal korumaya erişimi olmadığı için, gelir kaybı; insan haklarını, temel gıda ihtiyacını ve toplumsal güvenliği olumsuz olarak etkiyecektir. BM gelişmekte olan ülkeler için 2,5 trilyon dolarlık Koronavirüs kriz paketi çağrısında bulundu. 2020’nin ilk çeyreğinde baş gösteren mali tsunami karşısında UNCTAD, uluslararası dayanışma gerekliliğine işaret ederken dört çatallı bir strateji önermektedir.
- 1 trilyon dolarlık likidite enjeksiyonu; Uluslararası Para Fonu’ndaki (IMF) özel çekme haklarını yeniden tahsis ederek ve küresel mali krize cevaben 2009 tahsisatının ötesine geçmesi gereken yeni likit ekleyerek bir tür helikopter para[2] düşüşü.
- Sıkıntılı ekonomiler için bir borç ertelemesi. Ülkelerin borç ödemelerinde ani bir borç duraklaması ve bunu önemli bir borç indirimi takip etmelidir. Bu kriter, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yönetilen Alman borç indirimi niteliğinde, ödenmemiş borcun yarısının iptal edilmesi gibi uygulanabilir. Bu tedbire göre, bu yıl yaklaşık 1 trilyon dolar iptal edilmeli.
- UNCTAD, 500 milyar doların -son on yılın eksik resmi kalkınma yardımının dörtte biri- büyük ölçüde acil sağlık hizmetleri ve ilgili sosyal yardım programlarına hibeler şeklinde tahsis edilmesi gerektiğini tahmin ediyor.
- Sermaye çıkışlarındaki artışı azaltmak, gelişmekte olan ülke piyasalarındaki satışların yol açtığı likiditeyi azaltmak, döviz ve varlık fiyatlarındaki düşüşleri azaltmak için sermaye kontrollerine politik meşruluk verilmelidir.
V- Sonuç
Kriz devam ettikçe şirketlerin güvenli bir liman arayışı içinde olmaları, tedarikçilerin ve lojistik rotalarının değişmesi, kaynak kullanımının güncellenmesini daha olası hale gelecektir. Bu salgın küresel bir sorundur, aynı zamanda Dünya’nın salgına karşı mücadeleye küresel bir tepkiye ihtiyacı vardır. Çabaların koordine şekilde ortaya konması kolektif mücadele gücünü artıracaktır. Şeffaflık ve bilgi paylaşımı da krizle mücadelenin önemli bir parçası olmaktadır. Hükümetler, ekonomik zararı sınırlamak için önemli adımlar atmalıdır. Tıbbi kriz azalmaya başladığında küresel ticaret, ülkelerin birbirlerine yardım etmesini sağlayacak ve ülkeler için daha hızlı ve güçlü bir ekonomik iyileşme sağlayacaktır.
[1] https://unctad.org/en/PublicationsLibrary/gds_tdr2019_covid2_en.pdf
[2] Helikopter para, Amerikalı ekonomist Milton Friedman’ın 70’lerde ortaya attığı bir kavramdır. Kamunun, kalıcı bütçe açıkları yaratacak şekilde harcama yapması ve Merkez Bankası’nın para basarak kamunun harcamalarını (hazine borçlanmalarına gidererek) finanse etmesidir. Bu şekilde para arzı hızla artış gösterirken enflasyon oluşturulmaktadır. Kamunun harcamaları sayesinde ekonomi toparlanabilmektedir.