IŞİD’Lİ YABANCI SAVAŞÇILARIN YARGILANMASI
El-Kaide terör örgütünden ayrılarak Irak’ta ortaya çıkan ve Suriye iç savaşı ile hızla ilerleyen terör örgütü, 2013’te kendisini Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak adlandırdı. IŞİD, hakim olduğu bölgedeki istikrarsızlığı kendi lehine değerlendirmeyi hedefledi ve bölgedeki militanlar ile halkın desteğini kazanmaya çalıştı. IŞİD ortaya çıktığı bölge itibariyle, ilk aşamada yerel bir örgüt olarak görülse de zamanla küresel bir terör örgütü haline gelmiş ve dünya barışı için bir tehdit unsuru oluşturmuştur. Bu konuda uluslararası güvenliğin gündemine yerleşen durumlardan birisi, çeşitli motivasyonlarla kendi ülkesi dışında dünyanın farklı çatışma bölgelerine savaşmaya giden kişiler olarak adlandırılan yabancı savaşçıların örgüte katılması olmuştur. Zamanla artan yabancı savaşçı katılımının, IŞİD’in militan sayısını ve şiddet derecesini arttırdığı belirtilmektedir. Bu nedenle, yabancı savaşçıların örgüte katılımına karşı önlemler almak için küresel düzeyde çalışmalara başlanmıştır. Bu bağlamda, BM bünyesinde çözüm bulunması amacıyla BM Güvenlik Konseyi tarafından iki önemli karar alınmıştır.
2178 ve 2396 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararları, IŞİD ve onun çizgisine yakın örgütlere yabancı savaşçıların katılımını engellemek amacıyla alınacak tedbirleri içermektedir. Ancak yabancı savaşçılar sorunu, BM’ye üye devletler için bağlayıcılığı bulunan bu kararlara rağmen devam etmiştir. Çeşitli operasyonlar sonucunda 2018 yılı itibariyle IŞİD’in zayıflamaya başlaması üzerine, radikalleşmeleri nedeniyle eylemleri öngörülemeyen yabancı savaşçılar, tehdit unsuru olarak tekrar gündeme gelmiştir.
IŞİD’e karşı düzenlenen operasyonlar sonucunda ele geçirilen örgüt üyeleri ve aileleri, Suriye’nin kuzeyinde ve Irak’taki gözaltı merkezlerinde ve kamplarda tutulmaktadır. Bir kısmı Türkiye’nin Suriye’de kontrol ettiği bölgede bulunan bu kampların toplam nüfusu, BM Gözlem Ekibi tarafından hazırlanan 20 Ocak 2020 tarihli rapora göre, 100.000’in üzerindedir. 2019’da IŞİD’in Suriye’de elinde tuttuğu son yer olan Baghuz’un düşüşü ve özellikle örgütün lideri olan Bağdadi’nin ölümü üzerine; pek çok IŞİD militanının ve destekçilerinin, aileleri ile birlikte bölgeyi terk etmeye başladığı veya IŞİD’lilerin tutulduğu kamplara, gözaltı merkezlerine iç göç dalgası oluşturduğu bilinmektedir. Bu durum sonucunda, sadece Suriye’deki Havl kampında dahi nüfusun yedi kattan fazla artarak 70.000’e yükseldiği BM’nin ilgili raporunda ifade edilmiştir. Bu hususun insani ve küresel güvenlik endişeleri yarattığı aşikardır. Güvenlik endişesinin bir boyutu ise, kamplarda bulunan yabancı savaşçıların ve ailelerinin yargılanmaları için ülkelerine geri gönderilmelerinin gerekip gerekmediği konusudur.
Kasım 2019’da Türkiye’nin, resmi olarak ele geçirilen IŞİD militanlarının ülkelerine geri gönderilmesine başlandığına dair yaptığı açıklaması sonucunda yabancı savaşçıların yargılanması hakkında tartışma meydana gelmiş, konuyla ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Uluslararası Terörizmle Mücadele Merkezi’nin (İCTT) raporuna göre, Avrupa ülkelerinden 5.300 yabancı savaşçı IŞİD’e katılmıştır. Bu rakama rağmen Avrupa ülkeleri tarafından, savaşçıların geri dönmesinin engellenmesi için onların vatandaşlıktan çıkarılması yaygın bir uygulama haline getirilmekte ve savaşçıların yakalandıkları yerde yargılanması gerektiği savunulmaktadır. Yabancı teröristlerin vatandaşı olduğu ülkelerde yargılanıp hapis cezası aldıkları takdirde hapishanelerde radikalleşecekleri konusunda söz konusu ülkeler kaygılanmaktadır. Bu nedenle bazı ülkeler, hapishanelerde meydana gelecek radikalleşme sonucunda ülkede doğacak güvenlik sorunlarına karşı önleyici tedbir olarak yabancı teröristleri vatandaşlıktan çıkartmaktadır. Ancak bu uygulama uluslararası hukuka aykırıdır. Temel insan hakları belgelerinden olup uluslararası teamül hukukundan sayılan İnsan Hakları Evrensel Bildirisine göre, herkesin vatandaşlık hakkı vardır ve bu haktan hiç kimse keyfi olarak mahrum bırakılamaz. Bir idari önlem olan vatandaşlıktan çıkarma işlemi hususunda, bu teamül hukuku kuralına ek olarak 1961 tarihli Vatansızlığın Azaltılmasına Dair BM Sözleşmesi dikkate alınmalıdır. Sözleşme’nin 8. maddesine göre Taraf Devlet, hiç kimseyi vatansız duruma düşürecek şekilde vatandaşlıktan çıkaramaz. Sözleşmeye göre, taraf devletin vatandaşlıktan çıkaramama hususunda çekince koyarak iç hukukunda farklı düzenlemeler yapma hakkı olsa da, çekince koyan ülkelerden birisi olan İngiltere örneğinde görüldüğü üzere, bugüne kadar kişinin vatansız duruma düşürülmesine yönelik bir uygulama olmamıştır. Vatandaşlıktan çıkarmanın uluslararası hukuka ve küresel güvenliğin teminine aykırı olduğu, BM’nin ilgili kararlarında ve raporlarında da ifade edilmiştir.
BM Güvenlik Konseyi’nin yabancı savaşçılara yönelik 2178 ve 2396 sayılı kararlarında ve “Uluslararası Barış ve Güvenliğe Yönelik IŞİD Tehdidi Hakkında” BM Genel Sekreterliği tarafından hazırlanan raporlarda yabancı terörist savaşçılara yönelik tespitler ve yönlendirmeler ifade edilmiştir. BM’nin, terörist savaşçıların ülkelerine geri gönderilmesi sonucunda soykırım, savaş suçları veya insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere ciddi suçlar işlemesine rağmen devletin iç hukukundaki düzenlemeler neticesinde, savaşçının kovuşturmadan muaf tutulması veya yeterli ceza almaması konusunda endişeli olduğu görülmektedir. Buna karşın, üye devletlerin cezai yargılama dahil olmak üzere kendi vatandaşları için birincil sorumluluğa sahip olduğu ileri sürülmüş; özellikle güvenlik nedeniyle, vatansızlığa yol açan politika ve eylemlerden kaçınılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu iki durumun birlikte değerlendirilmesi sonucunda üye devletler; ülkelerine geri dönen yabancı savaşçılar ve aileleri hakkında makul şüphe olduğu takdirde, haklarında uluslararası standartlara uygun kovuşturma ve soruşturma yapmaya, ardından bu kişilere yönelik rehabilitasyon ve topluma kazandırma çalışmalarını uygulamaya davet edilmiştir. Yabancı savaşçıların ve ailelerinin ülkelerine geri gönderilmesi kısa vadede endişeler uyandırsa da uzun vadede tehdidi azaltma konusunda en büyük umudu sergilediği vurgulanmıştır.
BM’nin yabancı savaşçılara yönelik Madrid İlkeleri’ni temel alarak ileri sürdüğü, yargılama – rehabilitasyon – topluma kazandırma politikası geniş taraf bulmaktadır. Ancak devletlerin teröristleri yargılama sürecinde ortaya çıkmasını muhtemel gördüğü güvenlik sorunu veya terörist savaşçılar hakkında geri gönderildiği ya da yakalandıkları yer bakımından yetkili ülkelerin etkin hukuk mekanizmalarını kullanamayacağı kaygısı birlikte değerlendirildiğinde, savaşçıların uluslararası düzeyde yargılanması ele alınabilir.
IŞİD’li yabancı terörist savaşçıların insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları bakımından yargılanacağı takdirde, Roma Statüsü uyarınca bu suçlardan dolayı kovuşturma yetkisine sahip olan UCM tarafından yargılanması ileri sürülebilir. Yapılan eylemin gerçekleştirildiği ya da eylemi yapanın vatandaşı bulunduğu Devlet, Mahkeme’nin yargı yetkisini kabul etmişse, UCM yargı yetkisine sahip olmaktadır. Ancak bu kuralın istisnalarından birisi, BM Güvenlik Konseyi’nin, eylemde bulunanların vatandaşı olduğu ya da eylemin işlendiği Devletin Taraf Devlet olduğuna bakmaksızın bir olayı Savcıya göndermesidir. Eylemin gerçekleştiği yerlerden birisi olan Suriye ve yabancı savaşçıların vatandaşları oldukları bazı ülkeler tarafından UCM’nin yargı yetkisinin kabul edilmediği düşünüldüğünde, yer bakımından yetkinin bu istisnasına başvurulabilir. Bu durum ise, bir yandan suçta ve cezada kanunilik ilkesine ve tabii hakim ilkesine uygun olup olmama konusunda olumsuz eleştiriler almakta, bir yandan da ceza yargısının tek kurumda toplanarak adil yargılanma ilkesinin tesis edileceği ileri sürülerek savunulmaktadır.
Uluslararası düzeyde yargılamanın diğer yolu ise, BM Sözleşmesi uyarınca BM Güvenlik Konseyi’nin mevcut durumun uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit oluşturduğu sonucuna ulaştığı takdirde ad hoc nitelikte uluslararası bir ceza mahkemesi kurma yetkisini kullanmasıdır. Ancak BM Raportörü tarafından, ad hoc mahkemenin kurulması uzun süreceği için yargılamayı geciktirmesi açısından olumsuz değerlendirilmiş; kişilerin, vatandaşı oldukları ülkede yargılanmasının en uygun tercih olacağı belirtilmiştir.
Sonuç olarak, yabancı terörist savaşçıların yargılanmasında; yargılama – rehabilitasyon – topluma kazandırma politikası, hiç kimsenin vatansız bırakılmaması ilkesi, insan hakları ve insancıl hukuka uygun yargılama kuralları dikkate alınarak, en adil ve küresel güvenliği tesis eden sonuca ulaştıracak yargılama usulü ve yeri tercih edilmelidir