AİHM’NİN ERMENİSTAN’IN TALEBİ ÜZERİNE TÜRKİYE’YE KARŞI ALDIĞI GEÇİCİ TEDBİR KARARININ HUKUKİ DEĞERLENDİRMESİ
Dağlık Karabağ; Ermeni nüfusun çoğunluğu oluşturduğu Azerbaycan yönetimi altında özerklik statüsüne sahip olan bir bölgedir. Azerbaycan hakimiyetini kabul etmeyen Ermeniler, Ermenistan’ın desteğiyle bölgede yıllardır süregelen çatışmalarda üstünlüğünü korumaktadır. Yakın zamanda Ermenistan ordusunun Azerbaycan’a ait Tovuz Rayonu’na saldırması, bölgedeki çatışmayı alevlendirmiştir. Bunun akabinde Ermenistan, Azerbaycan’a geçici tedbir uygulanması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (“AİHM”) başvurmuştur. Mahkeme, içtüzüğünün 39.maddesi uyarınca bu talebi kabul etmiştir. Daha sonra aynı taleple, dolaylı yoldan Dağlık Karabağ çatışmasında yer aldığı iddiasıyla Türkiye’ye karşı yapılan başvuruda 06.10.2020 tarihinde aldığı kararla AİHM, Ermenistan lehine geçici tedbirlerin uygulanmasına hükmetmiştir.
Mahkeme, kararında çatışmaya doğrudan veya dolaylı olarak dahil olan ülkeler arasında Türkiye’yi de sayarak tüm bu ülkeleri, sivil hakların ihlaline yol açan eylemlerini sonlandırmaya ve yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesi ile işkence yasağını düzenleyen 3’üncü maddesi başta olmak üzere Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki taahhütlerine uymaya davet etmiştir.
Geçici tedbirler nedir?
Geçici tedbirler, AİHM içtüzüğünün 39. maddesi uyarınca telafisi mümkün olmayan bir zararın tahakkuk etmesine ilişkin yakın ve muhakkak bir riskin söz konusu olduğu hallerde istisnai olarak uygulanan acil durum tedbirleridir. (Bkz. Mamatkulov and Askarov v. Turkey [GC], nos. 46827/99 and 46951/99, § 104, 4 February 2005 and Paladi v. Moldova [GC], no. 39806/05, §§ 86-90, 10 March 2009) Tedbir kararına, AİHM’de görülen davanın kabul edilebilirlik kararına ya da esası hakkında verilecek karara halel getirmeyecek şekilde hükmedilir. Geçici tedbirler sayılı durumlarda uygulanır. Bu durumlar genelde yaşam hakkının (m.2), işkence yasağının (m.3) ve istisnai durumlarda adil yargılanma hakkı (m.6) ve özel yaşam ve aile yaşamına saygı hakkının ihlali riskinin bulunduğu durumlardır. Başvuruların çoğunluğu ise sınır dışı edilmeye ve suçlunun iadesine ilişkin kararların uygulanmasının durdurulmasına yöneliktir.
Tanım cümlesinden de çıkarılacağı üzere geçici tedbir kararının alınması için (i) ciddi ve geri dönüşü olmayan bir zararın söz konusu olması (ii) bu zararın gerçekleşmesi için muhakkak ve yakın bir risk olması ve bu “endişeyi” destekleyen somut olguların bulunması ve prima facie delillerin Mahkeme’ye sunulması gereklidir. Ayrıca başvurucu, ihlal edilmesi olası hakkını, öne sürülen riskin doğasını ve geri dönülemez zarara yol açacağını iddia ettiği menfaatini detaylandırmalı, geçici tedbir talebinin sebebini belirterek onu gerçekçi ve hukuki bir zemine oturtmalıdır. Mahkeme, olası riskin vuku bulacağına dair gerçekçi ve kesin delilleri göz önünde bulundurarak karar vermelidir.
Bu bilgiler ışığında somut karar değerlendirildiğinde;
İlk olarak Dağlık Karabağ çatışmasında AİHM tarafından verilen tedbir kararının muhatabı Türkiye olmamalıdır. Zira Türkiye’nin çatışmaya “dolaylı” olarak katıldığına dair gösterilen deliller, Ermenistan basınından kesitler ve sosyal medya paylaşımlarından ibarettir. Mahkemenin yerleşik içtihadına göre muhakkak tehlikenin ve geri dönülemez zararın, hukuki dayanaktan yoksun, yanlı kaynaklar yoluyla kanıtlanması söz konusu olamaz.
Ayrıca Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye aleyhine geçici tedbir talebini dermeyan etmeden evvel bölgedeki kendi temel insan hakları ihlallerine son vermelidir. “Fraus omnia corrumpit” yahut “clean hands” (temiz eller) olarak bilinen ünlü uluslararası kamu hukuku öğretisi, adalet arayanın temiz ellerle adalet araması gerektiğini dile getirir. Bölgede sivilleri vuran, savaş suçu işleyen, 822, 853, 874 ve 884 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları uyarınca bölgede işgalci devlet konumunda bulunan Ermenistan’ın yaşam hakkı ya da işkence yasağının ihlalini öne sürerek tedbir talebinde bulunması, hukuki olarak dayanaktan yoksun; politik olarak müraidir. Bu talebe karşı geçici tedbir kararına hükmederken AİHM’nin, yeknesak içtihadı uyarınca kararın alınması için gerekli koşulları, gerçekçi ve hukuki olguları ve delilleri değerlendirmeyi bir kenara bırakıp politik saiklerle hareket ettiği aşikardır. Sonuç olarak mahkemenin aldığı bu karar, hukuki olmaktan öte siyasi bir karar teşkil etmektedir.