Terörist başı Fethullah Gülen’in başını çektiği FETÖ, 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe teşebbüsünde bulunarak, milli ve manevi değerlerimizi yok etmek, ülkemizi dış güçlerin işgaline açık hale getirmek amacıyla, meşru hükümeti devirerek kendi hain emelleri doğrultusunda tüm Türkiye’yi hedef almıştır. Bu saldırı başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Hükümetimiz olmak üzere milletimizin cesur direnişi ile durdurulmuştur.
Bilindiği gibi FETÖ, devlet içinde sinsice ve sistematik olarak kadrolaşmış, kendi mensuplarını ve kendinden olanları kollayarak bu kimselerin görevlerinde yükselmelerine zemin hazırlamıştır. Ancak bugün gelinen noktada, devletimiz bu büyük ve hain yapının kullandığı gizli programları ve uygulamaları Yargının ve siyasi iradenin çabalarıyla büyük oranda çözmüş, somut deliller ele geçirilmeye başlanmıştır.
Ülkemizin şu an içinde bulunduğu durumda; FETÖ/PDY yargılamalarında kimi zaman usuli yanlışlıklar yapıldığı, kimi zaman ise zan ile hareket edilerek Anayasa ve Uluslararası sözleşmelerle korunan temel haklara zarar verildiği iddiaları bulunmaktadır. Bu noktadan hareketle Ergenekon- Balyoz ve 28 Şubat gibi eski darbe girişimlerine karşı yürütülen yargılamalarda düşülen hataların tekrarlanmaması, davaların amaçlarından saptırılmak suretiyle içlerinin boşaltılmaması ve amacın aşılarak asli faillerin yanında masumlara el uzatılarak yargılamaların ciddiyetinin bozulmaması gerektiği kanaatini taşımaktayız.
Bu hususta son dönemde çok tartışılan Ömer Faruk KAVURMACI’nın tahliyesi, kamuoyu vicdanını derinden yaralamış ve Adalete olan inancı zedelemiştir. Söz konusu tahliye hakkında bazı hukuksuzluklar şu şekilde sıralanabilir;
26.01.2017 tarihli “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetim, Dış Koruma, Hükümlü ve Tutukluların Sevk ve Nakilleri ile Sağlık Hizmetlerinin Yürütülmesi Hakkında Protokol”ün “Hükümlü veya tutukluların muayene ve tedavilerinin yapılacağı hastaneler” başlıklı 34. Maddesinin 3. Fıkrasında açıkça “Hükümlü ve tutuklular, acil haller dışında özel sağlık kuruluşlarına sevk edilemez” hükmü yer almaktadır. Bu hükümden de anlaşılmaktadır ki, özel bir sağlık kuruluşundan alınan rapor, hiçbir şekilde tutukluluk kararının kaldırılması ve hakkında adli kontrol kararı verilmesini sağlamaz. Oysaki şüpheli Ömer Faruk KAVURMACI hakkındaki kararın dayandırıldığı rapor bir özel hastaneye aittir. Şu hâlde böyle bir rapora dayanılarak şüpheli hakkındaki tutukluluğun kaldırılması ve hakkında adli kontrol kararına hükmedilmesi protokole aykırıdır. (http://www.cte.adalet.gov.tr/menudekiler/mevzuat/protokol/P12.pdf)
Kaldı ki 2005 yılından bu yana mevcut olan Epilepsi hastalığının tutukluluk esnasında orantılı olmayan sonuçlara yol açmasına neden olarak gösterilen hususlar, tutukluluk kararı kaldırılmadan, yani adli kontrol hükümlerine başvurulmaksızın tutukluluk devam ettirilerek de giderilebilir. Nitekim şüpheli hakkında Epilepsi tanısı konduğu, şüphelinin dönemsel takibe alındığı, cezaevi koşullarının şüpheli üzerinde olumsuz etkilerinin bulunabileceği, şüphelinin yalnız kalmasının, uzun süre aç kalmasının sakıncalı olduğu ifadeleri karşısında şüphelinin dönemsel takibi sürdürülerek tutukluluğu devam ettirilebilir.
Bu noktada esas dikkat çekmek istediğimiz husus, benzer durumda, hatta sağlık durumu daha ciddi olan başkaca tutuklu ya da mahkûmların somut koşullarının aynı hassasiyetle dikkate alınmadığıdır. Oysaki Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan kanun önünde eşitlik ilkesinin herkese, başkaca hiçbir kıstas aranmaksızın uygulanması, hukuk devletinin olmazsa olmaz şartlarındandır.
Ayrıca FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 gecesinde gerçekleştirdiği hain darbe girişimi neticesinde, FETÖ mensubu hâkim-savcılara, askerlere-polislere, öğretmenlere ve bilumum kamu görevlilerine karşı haklı olarak gerçekleştirilen meslekten ihraçlar ve tutuklamalar karşısında, bu yapıya ait bir kısım insanların özellikle korunduğuna dair kamuoyunda ciddi bir algı ve tepki bulunmaktadır. FETÖ/PDY terör örgütü soruşturmaları kapsamında son günlerde verilen tahliye kararları, kamuoyunda var olan, güçlü konumdaki kişilerin korunduğuna dair algıyı kuvvetlendirmiş ve hukuki sürece dair umutları zayıflatıp vicdanları yaralamıştır. Buna benzer tahliyeler toplumda, güçlülerin değil zayıfların cezalandırılacağını ve bu şekilde bu sürecin kapanacağına dair inancı artırmıştır. Hukuk önünde herkesin eşit olduğu, hiç kimsenin, makamı ve sıfatı ne olursa olsun, hukuk karşısında ayrıcalığa sahip olmadığı gerçeğini belirtmek isteriz.
Bu açıklamalarımız ışığında;
15 Temmuz kalkışmasını gerçekleştiren asıl faillerin ve bunlara destek veren FETÖ mensuplarının cezalandırılmasını,
İslami hassasiyetleri olan herkesin potansiyel FETÖ mensubu olarak değerlendirilmesi tehlikesi ve endişesi karşısında ülke sathında yeknesaklığın sağlanması ve bu anlamda yargılamalara ve ihraçlara ilişkin kriterlerin netleştirilmesi gerektiğini,
Kamuoyunda, FETÖ soruşturması bahanesiyle, devlet kadrolarındaki, FETÖ ile ilgisi bulunmayan kökleri bu topraklarda olan yerli ve milli, mütedeyyin insanların da tasfiye edilmeye başlandığı yönünde oluşmaya başlayan algının önüne geçilmesi ve bu yöndeki mağduriyetlerin önlenmesi için hukukun ilkeleri doğrultusunda soruşturmaların yürütülmesi, aksi halde toplumsal bir travmanın oluşacağının gözden kaçırılmaması,
Mağdurların tespiti bakımından 685 sayılı KHK ile Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonunun 23.01.2017 tarihinden itibaren 1 ay içerisinde kurulacağı hükmüne yer verilmiş olmakla birlikte, yaklaşık 4 ay geçmesine rağmen mağduriyetlerin giderilmesine yönelik komisyonun maalesef kurulamadığı ve işbu komisyonun bir an evvel kurulup, mağduriyetlerin giderilmesine dair işlemlerin hızlandırılması gerektiğini,
Bu yargılamalar gerçekleştirilirken kamuoyu vicdanının yaralanmaması için, azami hassasiyet gösterilmesi gerektiğini, bilumum kamu görevlilerine operasyonlar yapılırken, adalet-hak-hakikat ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde hareket edilmesi gerektiğine dair kanaatlerimizi kamuoyuna saygılarımızla arz ederiz.
Hukukçular Derneği Yönetim Kurulu